Categories
Others Travel

San Francisco

San Francisco Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya eyaletinde bir şehir. Bu şehrin ismi duyulduğunda sanırım akla ilk gelen şey, bilişim dünyasının kalbi meşhur silikon vadisidir. 2019 yazında Cyberpark’ın ve Antalya Teknokent‘in organize ettiği CAP isimli program kapsamında Türkiye’den bir grup genç girişimci ile (seçilmiş kişiler olarak 🙂 ) birlikte Silikon Vadisini keşfetmeye ve ürünlerimizi oradaki yatırımcılara sunmaya gittik. Toplam 10 haftalık ve devlet destekli bu programın ABD ayağı olan San Francisco bölümü yoğun bir şekilde eğitim ve toplantılarla doluydu. Fakat bendeniz toplantı, eğitim ve sunumlardan fırsat buldukça neredeyse tüm şehri adım adım yürüyerek (günde 20-25km yürürüm) keşfettim, girilmedik müze, çekilmedik manzara fotoğrafı, görülmedik park, tadılmadık pizza, konuşmadık insan bırakmadım desem abartmış olmam. (aslında biraz olurum)

Organizasyonun ilk günü oryantasyon toplantısı öncesi girişimciler, teknokent müdürlerimiz, ticaret ateşemiz, mentörlerimiz ve danışmanlarımız. (En yakışıklı olan benim) (Evet ortadakinin solundaki, açık mavili)


Bu bloğumda oradaki sıkıcı iş toplantılarından ziyade sosyal hayatı, havayı, suyu biraz kişisel gözlemlerimi biraz da öğrendiklerimi yazayım (ki ben unuturum) ve paylaşayım istedim.

Burada bulunduğum süre boyunca çok şanslıydım. Amerika’da girişimcilik ve akademisyenlik deneyimi olan Şadi Evren ŞEKER, Los Angeles ticaret ateşemiz Mehmet ÇETİK, girişimciliğin piri Duygu Öktem CLARK, bence yeryüzünün en iyi teknokent müdürü İbrahim YAVUZ gibi isimlerle yol arkadaşlığı yapma şansım oldu. Kendilerine selamlar.

Ekonomi

Kaliforniya “Üç Küsur Trilyon Dolar” (rakamla yazmak uzun sürer) yıllık hasılasıyla fantastik seviyede büyük bir ekonomiye sahip. Öyle ki, eyalet değil ülke olsa Dünya’nın en büyük beşinci ekonomisi olur, Almaya ile kapışır, İtalya’yı G8’den kovup kendisi katılabilir görünüyor. San Francisco, bu ekonomik kalkınma başarısının “silikon vadisi” tarafına ev sahipliği yapıyor ve nispeten küçük bir şehir olmasına rağmen küresel ekonomiyi etkileyen bir gücü var. Şehirde dev şirketler (Google, Twitter, Uber v.s.) dev bir gelir kaynağına ek dev bir kalifiye göçmen işçi ordusu (nam-ı diğer beyin göçü) yaratmış. Dahası var: Her yerden akın akın gelen girişimcilerin ölüm kalım turnuvası bu şehirde oynanıyor. Sonuç: zenginlik, çok kültürlülük, yüksek vergiler, pahalılık.

san francisco tourist ile ilgili görsel arama sonucu

İlginçtir, Dünya’nın en pahalı şehirlerinden birisi olmasına rağmen oldukça popüler bir turistik destinasyon. Kamuya açık istatistiklere göre şehrin ekonomisinde turizm ciddi bir paya sahip. Bunu rahatlıkla gözlemleyebilirisiniz. Özellikle Market Street isimli caddede tüm kalabalık fotoğraf çeken, alışveriş yapan turistlerden oluşuyor. (buna ben de dahildim). Otellerin doluluk oranı yüksek fiyatlara göre oldukça iyi.

“Teknoloji turizmi” (böyle bir tabir var mı bilmiyorum) bir başka ilgi çekici başlık olabilir. Google kampüsü, Amazon’un yapay zeka marketleri, Apple Store, girişimcilik merkezleri turistlerle dolu.

Maliyetler

Şehir Dünya’mızın en pahalı şehirlerinden birisi. Kişi başına düşen gelir oldukça yüksek olduğu için satın alma gücüne (PP) oranla yerleşikler için ucuz olan ürünler turistler için feci pahalı olabiliyor. Konaklama ve yiyecek/içecek fiyatları belirgin şekilde yüksek.

  • Ortalama bir restoranda büyük pizza + bira = 35-45 USD (Sadi Evren Şeker ısmarladı),
  • Hamburger menüleri 15-20 USD (İbrahim Yavuz ısmarladı) (bu arada görüyorsunuz ekmek elden su gölden).
  • Sokak lezzetçisiyseniz sosisli artı içecek 8-9 USD.
  • Çin mahallesindeki Çin restoranında akşam yemeği 29 USD.
  • Meksika restoranında fast-food tarzı bir yemek 19 USD.
  • Akaryakıt oldukça ucuz.
  • Telekomünikasyon ortalama fiyatlarda ama kalitesiz.
  • Sağlık ve eğitim maliyetleri aşırı pahalı. (Hastalanırsanız tedavi yerine ölmeyi seçebileceğiniz kadar)
  • Toplu taşıma nispeten ucuz.
  • Giyim ve elektronik ürünler Türkiye ile benzer fiyatlarda (Amerikan markaları dahil).

Tavsiyeler:

  • Kuzey güney yönünde uzun mesafelerde karizmatik Caltrain ile seyahat edin.
  • Şehir içinde toplu taşıma (metro/otobüs/tramvay) gayet yaygın ve gayet hızlı.
  • Şehirde bir sürü binanın önünde ve terasında kamuya açık alan var. Bunlar POPOS (Privately Owned Public Open Spaces) olarak isimlendiriliyor. Belirli saatlerde harika fotolar çekebilirsiniz. İşte güncel POPOS listesi.
  • MarketStreet’de Super-Dupper isimli hamburgerci klasik Amerikan lezzeti. Şehirde Dünya mutfağının hemen hepsi var. Sosyal ağları takip ederseniz alışveriş ve restoranlarda indirim fırsatları ve etkinlikler yakalayabilirsiniz.
  • Çok uzun konaklamayacaksanız boşuna SIM kart almayın zaten ilginçtir GSM doğru dürüst çekmiyor.
  • Alışveriş için şehir merkezi dışındaki Outlet’lere gidin fakat çoğu saat 17:00 de kapanıyor. Hatta bazıları 16:00’da kapanıyor.
  • Amazon Go marketlerinde (şu kasiyersiz yapay zekalı marketler) uygun fiyatlı harika sandviçler ve içecekler var. Mikrodalga’da ısıtıp marketin içinde yiyebilirsiniz.
  • Amazon’un web sitesinden alışveriş yapıp otelinizden teslim alabilirsiniz. Hatta gitmeden hemen önce alışveriş yapın genelde 2-3 günde geliyor.
Ticaret savaşlarının alevlendiği günlerde Amerika’da yasaklanan Huawei marka telefonumla Google’ın merkezinde fotoğraf çekip uluslararası kriz çıkarmaya çalışırken.

İlginçlikler:

  • Market ve restoranlarda fiyatlara vergiler dahil değil.
  • Kapalı içme suyu koladan daha pahalı.
  • Yaygın internet bağlantı hızları Türkiye’den iyi değil.
  • Kamusal bir hizmet olarak sağlanan SF-WiFi şehrin çoğu park ve meydanında ücretsiz.
  • AVM’lerin çoğu batmış ve kapanmış. Alışveriş genelde online yapılıyor.
  • Yaya geçidinden geçerken bir arabanın size çarpması sonucu ölme ihtimaliniz yıldırım çarpması ile ölme ihtimalinizden birazcık fazla. Oldukça güvenli ve bisiklet dostu bir trafik düzeni var. (Yaya geçitlerindeki bas geç butonlarının bazıları fake.)
  • Türk lokumu süpermarkette Türkiye’den daha ucuz.
  • Benzin diğer her türlü sıvıdan ucuz.
  • Kredi kartı ile ödeme yapmak her restoranda mümkün değil. Ayrıca yüzlük banknot kabul etmeyen işletmeler de olabiliyor.
  • Restoranlarda bahşişler bazen hesabınıza eklenip geliyor. Gelmezse %15 civarı bahşiş gelenektir, töredir.
  • Yanlış zamanda yanlış yerde olursanız Uber normal taksiden daha pahalı olur.
  • Bisiklet kiralama uygulamaları hem çok yaygın hem de nedense pahalı.
  • Toplu taşımada elektronik kart kullanılmasına rağmen biletlerinde aktarma hakkı olduğu için otobüslere binerken bilet kontrolü yapmıyorlar. Biz gösterdik elimizdeki bileti. Şoför “bana ne” dedi.

Coğrafya ve Mimari

Şehir bir yarımada şeklinde. Batısında Pasifik okyanusu ve doğusunda San Francisco körfezi bulunuyor. Okyanus şehrin sıcaklığını küçük bir aralıkta tutuyor. Akdeniz iklimine benzeyen ama biraz daha soğuk bir karakteristiği var. Fakat şehir doğusundaki karasal iklim ile batısındaki dev okyanusun soğuk suları arasında bulunduğu için sabah erken ve akşam saatlerinde bol bol sis, ani değişen hava sıcaklığı ve yağış görebilirsiniz. Harika görünen plajlar olmasına rağmen yüzebileceğiniz bir denizin olduğunu söyleyemem. Antalya’lıysanız hiç plaj yok diye düşünün. Aklınızdan bile geçirmeyin.

Uçaktan çektiğim şehir planını gösteren fotoğraf.

Şehir down-town hariç tümüyle yatay mimariye sahip. Yüzey şekilleri elverdiğince mükemmel bir ızgara sistemli şehir planı var. Şehirde azımsanmayacak bir şehir memelisi (fare, sincap) popülasyonu var. Kıyılarda ve adalarda bol bol deniz aslanı görebilirsiniz. Newyork’daki Central Park’dan daha büyük olan GoldenGate Park şehrin Doğu kıyısına kadar uzanan, içerisinde göller ve botanik alanlar olan bir cennet. Parka ismini veren köprünün her iki ayağında bol bol yeşil alan var. Buralarda endemik bitkiler ve çok çeşitli kuşlar görebilirsiniz.

GoldenGate Park içindeki göllerden biri

Sosyal Hayat

Şehir neredeyse göçmenlerden ibaret olduğu için oldukça kozmopolit. Etnik, dinsel ve kişisel farklılıklar çok homojen bir şekilde harmanlanmış ve hoşgörü zirve noktasında. Ziyaret ettiğinizde hayatınızda hiç görmediğiniz kadar “rainbow flag” göreceksiniz. Aslında eşcinsellerin simgesi olan bu bayrak biraz muhalif ve protest bir kimlik kazanmış. Kaliforniyalılar bu simgeyi benimsemiş ve sahiplenmiş.

Hayatınızda hiç görmediğiniz kadar çok göreceğiniz bir başka şey ise evsizler. Ben oradayken yerel basının gündeminde de evsizler vardı. Komşu şehir Los Angeles’da aynı durumda. Sokakta yaşayan 10.000 civarında evsiz var ve çok büyük bir kısmı uyuşturucu bağımlısı. Bazılarının ciddi sağlık sorunları var ve tedavi imkanları yok. Resmen bir insanlık dramının içinde buldum kendimi. Bu insanlar iş hayatında başarısız olanlar, sosyal sorunlar yaşayanlar, yanlış emeklilik planı yapanlar, startup fikri tutmayanlar (ki yüzde biri tutuyor). Aslında burada yaşayan hemen herkes geleceğin potansiyel homeless adayı. Ayrıca evsiz yaşamayı felsefik nedenlerle seçmiş mandıra filozofu tipi adamlar da var. Örneğin sohbet ettiğim bir evsiz, hali vakti yerinde bir makine yüksek mühendisi çıktı. Baya kültürlüydü.
Not: Evsizler tüm ihtiyaçlarını sokakta giderdiği için sabah erken saatlerde kaldırımlarda yürürken dikkatli adımlar atmanız tavsiye olunur. (referans şarkı: Emel Müftüoğlu / Faka bastın)

san francisco homeless ile ilgili görsel sonucu

Bilişim endüstrisinin sonucu olarak şehir nispeten genç bir nüfusa sahip. Genç ve yazılımcı kelimelerini bir arada duyunca burnunuza hemen kahve kokusu gelmiştir. Buradaki durum, “filtre kahve içme fetişizmi” boyutunda. Kahve zaten Amerikan kültüründe ayırt edici şekilde yoğun. Kahve olmadan yürüyemeyen, çalışamayan insanlar bilinmektedir. Bu saplantıyı deneyimlemek için bendeniz elimde karton kahve bardağı, sırtımda laptop çantası, ayağımda Dockers ile down-town’daki “Stanford mezunu beyaz Amerikalı (bu bir kalıptır)”lara sunum yapacağım binaya yürümüşlüğüm ve sunum yapacak diğer Türk arkadaşları “what’s up body” şeklinde selamlamışlığım oldu. Halen kahve bağımlısı değilim ve halen immigrant gibi görünüyorum.

Yapacağı sunuma şekilsel olarak tipik bir Californian gibi gitmek isteyen tam teşekkülü Mahmut GÜLERCE

Girişimcilik bir kültür kalıbı ve hatta yaşam tarzına dönüşmüş durumda. Özellikle downtown bölgesinde sokaktaki gürültüye kulak verirseniz duyacağınız her beş kelimeden ikisi “startup” olacaktır. Yatırım fonları ve şehrin prestiji burada bir “girişimci enflasyonu” oluşturmuş. Şehirde her an startup eğitimi/konferansı/sempozyumu verilen bir kaç etkinlik bulabilirsiniz. Benim bu şehri sebebi ziyaretim bile startup olmasına rağmen ben dahi startup kelimesinden irite oldum.

Ülkenin bilişimcileri toplandık Co-worker Space’de filtre kahve içerek bizi bekleyen Amerikalılara sunum yapmaya gidiyoruz. İçerisi şampiyonlar ligi gibi.

Şehirde Stanford ve Berkeley gibi marka üniversitelerin kampüsleri var. Bir kaç küçük sanat üniversitesi de gördüm. Bu kampüslerdeki öğrenci, akademisyen ve araştırmacıların da hatırı sayılır kısmı yine genç göçmenler. Program kapsamında Stanford kampüsünde çimlere oturup ünlü bir hocadan girişimcilik dersi bile aldık. (Stanford mimarisi bakımından gördüğüm en güzel kampüs ama mimarlık bölümü yokmuş. Bu da böyle gereksiz bir bilgi.)

Stanford kampüsünün içinde bilişim çağının başladığı nokta olarak kabul edilen yer.

Bazı uyuşturucular yasal olmasına karşın sigara kullanımı çok düşük ve kısıtlamalar çok fazla. Eroin ise Tenderloin gibi bölgelerde içme suyu şebekesinden dağıtılıyor olabilir. Not: bu muhite pek gitmeyin. İkinci Not: Tenderloin metrekareden en çok enjektör toplanmış bölge olarak tarihe geçmiştir. Son not: Tehlikeli olan şey eroin kullandıktan sonra şarkı söyleyerek zombi gibi yürüyen evsizler değil. Bilakis birlikte neşeyle şarkı söyleyebilirsiniz, ki sizi duyamazlar. Ama altın kolyeli turuncu gömlekli Meksikalılar biraz sıkıntılı.

Akşam güneş battıktan sonra hem yerleşim yerleri hem de çarşı aşırı ıssızlaşıyor. Pier-35 (liman) gibi turistik lokasyonlar hariç akşamları pek aktif bir şehir değil. Tipik ama sokağa yansımayan bir gece hayatı var. Issız ve sessiz bir sokakta daracık bir kapı içeride 100 kişinin eğlendiği bir bara açılıyor olabilir. Şehrin farklı yerlerine dağılmış kulüpler ve barlar genelde rezervasyon ile kabul ediyor.

Henüz gün batımı esnasında feribot limanı.

Çalışma Hayatı

Çalışma hayatı tek kelime ile sert. Başka iki kelime ile yoğun-akıcı. İnsanların tüm zamanı kesin şekilde planlı. Spontane sosyal aktivitelerden hoşlanmıyorlar. Asosyal ofislerde yüz binlerce klonlanmış soğuk-kibar ofis çalışanı ile karşılaşabilirsiniz. Amerikan iş kültürü sadece bizim kültürümüzden değil Avrupa kültüründen de çok farklı. Yani sadece biz değil Yunan, Japon, Alman, Rus v.s. herkes adaptasyon sorunu yaşıyor. İş hayatında sürdürülebilirlik ve ölçümlenebilirlik kavramları çok daha önemli. Maliyet etkin fikirler en hürmet görenleri. Mükemmeliyetçilik ise pek sevilen bir tarz değil. Bizim iş kültürümüz ile kıyaslarsak, bizim kadar inatçı ve tutkulu değiller. Ama duygusal ve takıntılı da değiller. Gözlemlediğim kadarıyla burada iş hayatı tümüyle matematiğe indirgenebilir bir şekilde işliyor. Motivasyon, risk, disiplin ve tutku bile rakamlarla ölçülebilir ve USD kurunda gösterilebilir olmalı ki tek motivasyon rakamlar. Hedefler ve KPI’lar tamamen sayısal olmalı. İnsanların iş arkadaşlarına alacakları hediye bile matematikle ifade edilebilir birer iş ilişkisi/beklentisi ile ilintili.

İş hayatında fırsatlar ve risklerin arasındaki aralık çok büyük. Örneğin bir girişimcinin 3 dakika süren bir sunumla 2 milyon dolarlık yatırım alması gayet olağan bir durum. Başarılı olursa bu rakamın sonuna 3 sıfır eklemesi de olağan. Başarısız olup 2 milyonu tüketip hayatına Uber şoförü olarak devam etmesi ise çok daha olağan. Çalışanlar için de aynı şey geçerli. Bu hafta Google kampüsünde staj yapan bir genç mühendisi haftaya kaldırımda uyuyan bir evsiz olarak görebilirsiniz. Vurgulamak istediğim bu ekstrem geçişlerin sürekli olduğu değil, makasın çok büyük olduğu.

Tuhaf şekilde iş dünyasındaki başarı kişisel network’unuz ile sınırlı kalıyor. Network ise kolay genişleyebilecek bir şey değil. Örneğin Stanford mezunları birbiri ile çalışmak istiyorlar. Birbirlerinden alışveriş yapmaya eğilimliler. Golf kulüpleri, dans okulları, sosyal dernekler, hatta basketbol takımları iş ağları şeklinde çalışıyor. Bu adamlar birbirini tanıyor ve farklı şirketlerin iş ilişkisini kolayca hallediyorlar. Öyle ki 500K maaş ile çalıştıracağınız bir satış pazarlama uzmanı yılda sadece iki gün çalışıp, yönetici bir arkadaşına ürününüzü satıp ödediğiniz ücretin 5 katını kazandırabilir. Kendi başınıza, referans olacak ortak bir tanıdık bulmadan hedeflediğiniz kişi ile iş görüşmesi yapmanız zor, görüşmeden istediğinizi almanız ise pek mümkün değil. Linkedin isimli sosyal ağ iş hayatında önemli bir başvuru referansı.

Şehrin en hareketli noktasında bile düşünceli ve üzgün yüzler çoğunlukta.

İş dünyasında bizim İstanbul’da olduğu gibi biraz post-popülizm de var. Daha açık anlatmak gerekirse, popüler olmak iyi olmaktan daha fazla kazandırıyor. Bizimki gibi iletişim yeteneği düşük toplumlarda büymüş kişilerin popülerleşip bu akışa uyum sağlaması zor olabiliyor. Ayrıca tıpkı sosyal arkadaşlık gibi iş arkadaşlığının çerçevesi de bizden farklı. Sınırları bilmek ve uymak gerekiyor. Neyse girişimcilik ve iş dünyası için ayrı bir blog yazayım ben.

Özet

Benim kişisel gözlemim sokaklardaki insanların yeterince neşeli ve rahat görünmediği yönünde. Şehirde sokak müzisyenleri ve o fantastik toplu taşıma araçları olmasa sosyal olarak hiç eğlenceli bir yer değil bile diyebilirdim.

Amatör bir müzisyen olarak şunu söyleyebilirim: buradaki sokak müzisyenleri işlerinde gerçekten çok çok iyiler.

Şehrin en güzel tarafı şu; yabancı birisi olduğunuzdan dolayı kendinizi yalnız hissetmiyorsunuz. Şehir nüfusunun büyük kısmı göçmen. Zaten şehrin 150-200 yıllık tarihi var, yani aslında herkes göçmen. Turistlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok. İngilizce telaffuz yeteneğiniz için kaygılanmanıza gerek yok çünkü sosisli sandviç satın alacağınız kişi muhtemelen sizden beş yıl önce oraya yerleşmiş bir Asyalı olacak. Hem Amerikalı sosisçiye denk gelseniz bile sorun olmaz. İngiliz turistler dahi tek seferde sosisli siparişi veremiyorlarmış (4. kuşak Amerikalı sosisçinin yalancısıyım).

Burası kültürel olarak göçmen ve turist dostu bir şehir. Hava alanı polislerinden market kasiyerine kadar iletişim kurduğum herkes bana gayet nazik davrandı. Türk olduğumu söylediğimde harika, süper, ülkeniz çok güzel gibi geri bildirimler aldım. (Biliyorsunuz Avrupalı komşularımızın çoğu aynı fikirde değiller).
Irkçılık hiç yok mu peki ? Görünürde yok. Ama orada yeterince yaşamadım. Sosyal ve kültürel sınıflaşmalar bazen ırkçılık ile karıştırılabiliyor. Örneğin şehirde bariz bir şekilde siyah-beyaz kümelenmeleri görebilirsiniz. Bu ırkçı ideolojik bir kamplaşmadan ziyade kültürel ve ekonomik bir sınıflaşmaya benziyor.

Burada yazdıklarım kısa bir gezi ile tamamen kişisel gözlemlere dayanarak elde ettiğim bilgilerin bir derlemesi. Bu şehri turistik amaçlı olarak tekrar ziyaret etmek üzere listeme yeniden yazdım ben. Kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Yaşanması gereken bir yer midir bilmiyorum. Antalya’da yaşayan birisi için zor bir soru. Yine de Los Angeles’ı görmeden karar vermeyeceğim.